Biz de insanlık olarak şu an dünyayı etkisi altına alan bu virüs salgınından ancak ilaç ya da aşı sayesinde kurtulacağız. Bazılarımızın sabrı kalmadı ama yapacak bir şey yok, aşıların, ilaçların yolunu gözleyeceğiz. En zor durumda olanlarımız sağlık çalışanları; insanlığa özveriyle hizmet etmeyi, onları yaşatmayı amaç edinmiş bu fedakâr insanlar, cephenin en önünde kendilerini katil virüse siper etmişlerdir ama dayanacak güçleri kalmamıştır. Mesailerinin bitiminde hastalık bulaşır korkusuyla evlerine gidip çocuklarına, ana babalarına, yakınlarına sarılamamışlardır ve halen de sarılamamaktadırlar. Korona virüsten kaybettiğimiz sağlık çalışanlarımızın bir meslek hastalığından şehit olduklarına dair kanun bir türlü meclisten çıkarılmamıştır.
Sağlık çalışanları hastalığın seyrini, hastalığı ilerleyenlerin yoğun bakımdaki korkunç sonunu gördüklerinden insanlara yetememekten dolayı korku ve kaygıya kapılmışlar ve yıl boyunca bizleri "Maske, Mesafe ve Temizlik" konusunda uyarmışlar, tedbirlerin daha da sıkılaştırılmasını istemişlerdir.
Ama maalesef bazı duyarsız insanlar, maske takmayarak, mesafeye dikkat etmeyerek, kalabalık şekilde toplanarak hastalığın hızla yayılmasına ve ölüm oranlarının artmasına sebep olmuşlardı. Niye böyle davrandıkları sorulduğunda, " Ne yapayım, sıkıldım, bunaldım, arkadaşlarımı, dostlarımı özledim, eğlenmeyelim mi" gibi bahaneler üretmişlerdir.
Hepimiz sıkılmıştık; neredeyse on aydır arkadaşlarımızla bir araya gelip sıkı bir sohbet edememiştik, maçlar seyircisiz oynandığı için maça gidemiyor, bağırıp tezahürat yaparak içimizde biriken negatif enerjiyi harcayamıyorduk. Eşimizi, dostumuzu özledik, yan yana gelip, göz göze bakıp, gönülden gönle konuşamadık. Hastalık bulaştırırız korkusuyla büyüklerimize, "seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli" diyerek onlara uzaktan baktık. Özgürlüğümüz kısıtlanmıştı, seyahat edemez olmuş, bunalmıştık. Acaba bu durum birkaç yıl hep böyle mi olacak diye kaygıya, korkuya kapıldığımız oluyor, içimizi keder kaplıyordu.
İşin bir de ekonomik boyutu vardı; esnafımız, işçimiz zor durumdaydı, kısıtlamalardan dolayı gelirleri azalmıştı, işsizlik hâd safhadaydı, gelirleri azaldığı için işyeri olsun, ev olsun kiralarını ödeyemiyorlardı. Son tedbirler nedeniyle lokantalar, kahveler, pastaneler, kafeler geçici olarak kapandığından işletenler zor duruma düşmüştü. Okullar kapalı olduğundan servisçiler, kantinciler ekonomik olarak ödeme güçlüğüne düşmüşlerdi. Toplanmalar yasakladığından, sinemalar, tiyatrolar kapanmış, konserler iptal olmuştu. Bu yüzden müzisyenler, şarkıcılar, tiyatrocular, o sektörlerde çalışan emekçiler ekonomik sıkıntıya düşmüştü. İşçilerin eline daha az para geçer olmuştu, yüzler gülmüyordu, insanlar hep kaygılı, hep düşünceliydi, dokunsanız ağlayacaklardı.
Bir de okula giden, yanlış oldu, gidemeyen çocuklarımız vardı. Milli Eğitim bulaşıcılığı azaltmak için online eğitime geçti, ancak orada da sorun çoktu, bir açıldı, bir kapandı, eğitimde fırsat eşitliği sağlanamamıştı; kiminin interneti yoktu, çok para tutuyor diyordu, kiminin evinde tek televizyon vardı ama çocuk birden fazlaydı, ders saatleri çakıştığı için aksamalar oluyordu, önce sınav yapılacak dediler sonra bilim insanlarından tepki alınca, yapılmayacak dediler, eğitim yerlerdeydi, eğitimcilere göre bunlar kayıp yıllardı.
Bir de, velilerin çocukları oyalaması açısından bakarsak onlar tam bir çıkmazdaydı. Çünkü bu yaş grubunu evde tutmak, sıkılmasın diye onları oyalamak bayağı zor bir işti. Hadi küçükleri resim yaptırarak, birlikte oyunlar oynayarak, mizah yaparak, tiyatroculuk yaparak oyalarsınız ya da bir kâğıda hayallerini yazdırarak bu dönemin korku ve kaygısından korursunuz. Peki, şöyle bir soru sorsak; ergenlik çağına gelmiş, her an değişen psikolojiye sahip olan ve baş gelinemeyen, evde tutulmakta zorlandığımız gençlere karşı bu velilerin yaklaşımları nasıl olmalı, onlara nasıl yardımcı olmamız gerek diyen bir yöneticiye şehrinizde rastladınız mı? Velilerimiz böyle çocuklara karşı nasıl bir tutum almalıydı sıkıntı buralardaydı. Okullar zaten kapalıydı ve her okulun rehber öğretmeni vardı, kaygının, anksiyetenin ve korkunun hakim olduğu bu salgın döneminde velilere yardımcı olmaları sağlansa doğru olmaz mıydı?
Aileleriyle televizyonlarda her gün muntazam ölüm haberleri izleyen küçük çocukların bazılarında bir ölüm korkusu meydana gelmişti, ölümü tam anlayamıyorlardı, yakınlarını bir daha görmeyeceği, yalnız başına kalacağı onları kaygıya sürüklemişti. Onlara ölümü anlatırken korkutmamalıydık, onlara anlayacağı bir dilde mesela ölümü bir odadan öbür odaya gitmek gibi, ya da bu dünyada öleceğiz ya öbür dünyada doğacağız gibi anlatılabilirdi. Veya "Benim hiç ölmeye niyetim yok, hadi gel şimdi senle oynayalım, şu anımıza bakalım" denebilirdi. Aslında salgının olumsuz haberlerini dönüp dolaşıp çocuklarla izlememek en iyisiydi. Aslında bu dönem psikolojik danışmanlara çok ihtiyaç olmuştu çünkü tüm dünyada insanların psikolojisi bozulmuştu.
Sadece çocuklar değil büyüklerde bile ölüm korkusu oldu. Geçenlerde bir TV sunucusunun, bu hastalıktan dolayı ölmek istemediğini, bunu önlemek için de yaşı genç olmasına rağmen zaturre aşısı yaptırdığını, hatta hızını alamayıp Çin'den gelen Sinovac aşısının Türkiye'de uygulanan Faz3 denemesi için denek olduğunu açıklaması dikkatimi çekti. "Gerçekleştirmek istediğim hayallerim var, daha gencim, ölmek istemiyorum, bunun için ne yapılması gerekiyorsa yapacağım," diyordu. Halbuki hayatın tek gerçeği olan "Ölüm" ü ama öyle, ama böyle, her canlı tadacaktı.
Bu salgın durumunu, çocuklarımıza sabrı, zorluklara tahammül etmeyi öğretmek için bir fırsat olarak da görebiliriz. Bardağın dolu tarafından bakmayı öğretmeliyiz onlara, olumsuz düşünmeyi değil, olumlu düşünmeyi yani dikeni değil gülü göstermeliyiz. Bu kötü günlerin geçeceği, güzel günlerin yakında olduğunu bıkmadan usanmadan anlatmalıyız. Eskiden dergâhların kapısında " Bu Da Geçer Yahu " yazardı. Yani bu da geçecek, bak evde hep beraberiz, daha çok birlikte olduğumuz için tadını çıkaralım, okullar açılınca bitecek bu birlikteliğimiz, diyerek çocuklarımıza moral vermeliyiz.
Gerçekten de zaman hızla geçti ve yılsonuna geldik ama maalesef salgının hızı sadece bizde değil tüm dünyada artmıştı ve bundan dolayı sıkı önlemler alındı. Ben bu yaşıma geldim bir ilke şahit oluyordum; ilk defa şehirlerin meydanlarında yılbaşı kutlamaları yasaklandı, insanlar evlerinde oturdu, çekirdek aileleriyle yeni yıla buruk bir şekilde girdi. Bu salgının başında bundan sonra artık dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyorlardı ya öyle de oldu, değişik bir şekilde yeni yıla girdik. Yeni yılınızı kutlar, pandemiden kurtulduğumuz, sevdiklerimizle bir arada olduğumuz, birbirimize sımsıkı sarıldığımız sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yıl geçirmemizi dilerim. Yeni yılda da maskemizi takalım, mesafeyi koruyalım, temizliğe uyalım, evde kalalım, aşımızı olalım. Sağlıkla kalın, sevgiyle kalın, dostça kalın ve de hoşça kalın.